Evrim Teorisinin Sosyal Alana Uygulanması
Bunun yanında, doğa bilimlerine ait bir gerçeğin, insanların doğaya karşı kurdukları insanlığın bilimlerine, yani toplumsal yaşama aktarılmasındaki yanlışlığa Darvinizm iyi bir örnektir. XIX. yüzyıl sonunda Spencer ’in ileri sürdüğü ‘doğal ayıklanmayla toplumların daha elverişli ve yetenekli bir yaşam sürecekleri’ konusu, sosyal alanda frensiz kapitalizmi doğrulamakta (meşrulaştırmakta) kullanılmıştır. O devirlerde bu görüşe çok inanılıyordu. Örneğin Carnegie, doğal ayıklanmayı şöyle açıklıyordu: Doğal ayıklanma bir gerçektir. Ondan kaçamayız. Onu başka bir şeyle değiştiremeyiz. Bu bilimsel gerçek insan için acımasız bile olsa, ırkların ve insanlığın gelişimi için gereklidir. Çünkü doğal ayıklanma her şeye daha iyi uyum gösteren, insanların daha iyi bir yaşam süreceği, daha yetenekli bir toplumun oluşmasını garantiliyor. İşte geçen yüzyılın sonunda Sosyal Darvinizm in klasik anlatımı böyleydi.
Darvin, devrindeki diğer yandaşları gibi, her canlının, yavrularına tüm özelliklerini aktardıklarını düşünüyordu. Fakat Mendel bu görüşün doğru olmadığını, canlıların çocuklarına özelliklerinin (günümüzde genler deniyor) ancak yarısını aktardığını ortaya çıkardı. Bu olay doğal ayıklanmanın kişinin özellikleri yerine, genlere bağlı olduğunu işaretliyordu. Çünkü, anne-babadan yavruya genler kendi kendilerini aktarıyorlar ve birbirleriyle rekabete girerek, yavrunun oluşumundaki katkılarını arttırmaya çalışıyorlardı. 1930 larda R.A. Fisher, ‘Doğal Ayıklanmanın Genetik Teorisi’ adlı yapıtında Darvin ve Mendel teorilerinden yararlanarak yeni bir teori oluşturdu. Fisher ileri sürdüğü teoriyi matematiksel işlemlerle çözmeye çalıştı ve kalıtımın yavrulara aktarılma ritmini hesaplayan bir formül geliştirdi. Ayrıca daha da ileri giderek, kalıtımla bireylerde oluşan değişimleri topluma uyguladı. ‘Toplumun ortalama ayıklanma değeri’ adını verdiği ünlü temel teorisi ‘toplumda iyi özelliklere sahip olmayan canlılar azaldıkça, toplumun ayıklanma değerlerinin daha iyi yönde gelişeceği’ doğrultusundaydı.
Topluma böyle bir teorinin neler getirebileceğini anlamak güç değil. Toplumdaki zayıflara, savaşma gücü olmayanlara acımak gerekir. Teoriye göre bunların toplumdan uzaklaştırılmaları zorunludur. Çünkü doğanın kötü kotladığı bireylerin ortadan kaldırılmasıyla, toplumun iyi yönde gelişimi daha kısa sürede ve daha iyi sağlanır. Bu teoriye gerçekçi bir görüşle bakmak, acımasız olmak demekti.
Teori, o devirde toplum yapısının, iyi yönde gelişimi görüşlerine temel oluşturdu. Herkes, insancıl olmayan bu görüşü dudaklarının ucuyla reddederken, aklıyla bu tutumun toplum yararına daha uygun olduğunu, uygulamanın kaçınılmaz olduğunu kabulleniyordu. İkinci Dünya savaşından önce, teori Almanya ’da Yahudi ve başka etnik gruplara geniş çapta uygulanmışsa da, İngiltere’de fakir kalmanın bir yetersizlik olduğu görüşüyle, fakir ailelere maddi yardımın azaltılması ve bunun zenginlere teşvik şeklinde verilmesi ve Fransa da yakın zamanlara kadar süregelen fakir ailelerin üçüncü çocuk yapmasının engellenmesi, bu ülkeleri teorinin uygulama cesaretinin gösterildiği ülkeler arasına sokmuştur.
Teorinin acımasız oluşu ve Almanya ’da Yahudilerin başına gelen korkunç olaylar, akılcı görüşle ciddi bir biçimde yeniden araştırılmasını sağladı. Görüş gerçekten doğruysa, sonuna kadar gitmek toplumun yararına bir davranış olacaktı. Ancak görüşün dayandığı teoriye göre, kaliteli bir toplum oluşturmak için, kalitenin ne olduğunu seçmek ve ayıklanma değerlerini buna göre uygulamak gerekiyordu. Halbuki insan doğası gereği, her etnik topluğun kendi değerlerini üstün kalitede kabul edeceği bir gerçekti. Bu durumda, toplumda çoğunlukta olan etnik grubun kendi değerlerini, toplumun ayıklanma değerleri biçiminde kabul ettireceği açıktı. Bunun yanında, ileri genetik araştırmalar, uygun olmayan genlere sahip kişilerin toplumdan uzaklaştırılmasının, toplumu homojenleştirme ‘ye (eştürleştirme= homogenization: aynı tip genlerin çokluğu, ırkın saflaşması) götürdüğünü de ortaya çıkardı ve bu durumun toplum yapısının zayıflamasına neden olacağını gösterdi. Olay, yalnız yaşayan ilkel toplulukların incelenmesiyle iyi bir şekilde açıklanabilmiştir. Saf ırk deyimi pozitif bir anlam taşıyor gibi görünmesine rağmen, bu saflık genetik çeşitliliğin azalması, genetik çeşitlilik yönünden fakirleşme demektir ki, doğuştan hastalıklar gibi çeşitli bozuk genlerin toplumda artması nedeniyle, toplumun önemli derecede zayıflamasına neden olur.
Asım Akin