GÖKYÜZÜNDE BİR DÜNYA, SUDA BİR HÜCRE VE YERYÜZÜNDE BİR İNSAN
Milyonlarca yıl önce dünyamız, güneşten kopan bir gaz bulutu idi. Güneşin ve kor halindeki bu kütledeki ısının etkisiyle hidrojen ve oksijen gazları bu kütleden fışkırarak etrafını bir gaz bulutuyla çevirdi. Bu gaz tabakası güneşin yakıcı ışınlarına engel olarak dünyanın soğuma sürecini başlattı. Bu kütledeki (dünya) ısı kaynama derecesine kadar soğuduğunda ise dünyayı saran buluttan su yağmaya başladı. Böylece okyanuslar oluştu ve zamanla karadaki tuzlar okyanuslara karıştı.
Artık canlılığın oluşması için gerekli ortam sağlanmıştı. Biyolojik anlamda yaşam protein denen maddenin varlık biçimidir. Doğada her nesne başka nesneleri yansıtır ve başka nesnelerde yansır. Uzun bir süreç sonrası protein maddesi de çevresindeki etkilere aktif olarak tepki göstermeye başlamıştır. Bu tepki sonrası kaybettiği enerjiyi de çevresinden almak zorunda kalmıştır. Bu madde alışverişi mayalanma özelliğini oluşturmuştur. Bu durum sonucu metabolizmayı (değiştirme ve dönüştürme) ortaya çıkmıştır ve milyonlarca yıl süren evrim sürecini başlatmıştır.
Charles Darwin bu süreci doğal seleksiyon (ayıklama) ve yaşama savaşı temellerinde açıklamaya çalışmıştır. Canlılardaki çeşitliliği de bu temellere dayandırmıştır. Buna göre her canlı yaşadığı ortamdaki şartlara göre evrim sürecindeki yerini almıştır.
Yaşam bilimsel evrimden insanlık tarihine geçiş ise emekle başlamıştır. İnsanın hayvandan farklılaşmasına neden olan faktör, bilinçli emektir. İnsanların diğer canlılardan farklı bir oluşum içerisine girmesinin nedeni ise; bazı canlılar bulundukları ortamda hayatta kalabilmek için evrimsel süreçte fiziksel değişimlere uğramışlardır. İnsanlığa geçiş aşamasında ise bulunan ortamda hayatta kalabilmek için beyin fonksiyonları gelişmeye başlamış ve kendisini dış dünyadan koruyabilecek imkanı sağlayan düşünme gücü ortaya çıkmaya başlamıştır.
İnsan türünü oluşturan hayvanın öteki hayvanlardan daha farklı özelliklere geçmesinin nedeni ise insanın atası olan hayvanın diğerlerine göre daha oyun sever olmasıdır. İnsan çocuğunun diğer hayvan çocuğundan daha oyun sever olduğu bilinmektedir.
İNSANDA BİR KORKU
İlk insan soğumuş lav kayaların üstüne çıkıp etrafına baktığında çevresini iki şekilde gördü. Kendisinden aşağıda olanlar ve yukarıda olanlar. Kendisinden aşağıda olanları önemsemedi ama yukarıda olanlar onu korkuttu.
İnsanlarda inanç sistemi şu şekilde gelişmiştir:
1- Fizik Güçlere Tapmak
2- Yıldızlara Tapmak
3- Putlara Tapmak
4- Karşıt İlkelere Tapmak (İyilik Tanrısı, Kötülük Tanrısı)
5- Mistiklik, Büyük Yargıca Tapmak
6- Evrene Tapmak
7- Evrenin Ruhuna Tapmak
8- Büyük İşçiye Tapmak
Sonlu varlık, kendisinden çıkmış olduğu sonsuz varlığa tapmış, ona sevgi göstermiştir. Sevgi, sonlu varlıklardan aşarak sonsuz varlığa yönelmiştir (mistisizm).
Din korunma iç güdüsünün (yok olma kaygısı), merakın ve sevginin zekayla ruhsallaşmasından ve toplumla sosyalleşmesinden ortaya çıkmıştır.
KAVRAMDA GİZ
İlk insanlar üstün güçlerle çevrili olduklarını düşünmüş ve bu güçlerin kötülüklerinden korunmak için çoğu zaman bir hayvan bir bitki, az rastlanmakla beraber deniz ve yılandan medet ummuşlardır. Bu koruyucunun adı totemdir. İnsanlığın ilk dini totem dinidir. Bir zaman sonra insanlar totemle yetinmez olmuşlar ve çevrelerinde gözle görülmeyen ruhlar olduğunu düşünmeye başlamışlardır. Zamanla ölülerinde yaşama devam ettiklerine inanmışlardır. Bu insanlığın ikinci dini olan animizm (canlılık) dinidir. Bütün güzel sanatların kökünde animizmin etkisi vardır.
EVREN TANRI
İlk din kitabı İ.Ö. 2000 yılında düzenlenmiştir. Hindular evreni kişileştirip tanrılaştırmışlardır. Tarihte bilinen ilk kutsal kitap ve dizm dininin kitabı olan Rig-veda’dır. Vedaların en büyük tanrısı İndradır ve doğa tanrısıdır. Hindistan’ın temel dini Brahmanizm’dir. Bu dinde sayısız tanrı vardır, yaratıcı nitelikteki tek tanrısı ise Brahma’dır.
AYDINLIK VE KARANLIK
Zerdüşt İ.Ö. yılında yaşadığı varsayılan bir İranlıdır. Kurduğu dine mazdeizm denilmiştir. Kutsal kitabı Zend Avesta’dır.
Bu dine göre iyilik tanrısı göklerde yaşamaktadır. İyilik tanrısı Hürmüz ve kötülük tanrısı Ehrimen’dir.
Zerdüşte göre gerçek dindarlık tapınmakla değil çok çalışıp üretmekle gerçekleşir. Bu düşünceyle Zerdüşt çalışkan ve üretken bir toplum yaratmayı amaçlamıştır.
İSLAM VE DÜŞÜNCESİ
Batı, ortaçağın karanlığında yaşarken İ.S. 7nci yüzyılın başlarında doğuda yeni bir düşünce sistemi kuruluyor. Muhammed yeni bir din getirmiştir. Bu dinin diğer büyük dinlerden farkı ise ne Musa’nın getirdiği gibi tek bir ulasa gelmiştir, nede İsa’nın getirdiği dindeki gibi Tanrıyı kişileştirmiştir. İnsanlar Tanrının çocukları değil onun kullarıdır. Muhammed ve Kur’an zamanla bozulduğu ileri sürülen tanrısal sistemin düzelticisi ve tamamlayıcısı olan son peygamber ve son kutsal kitap olma özelliğini taşır.
Müslümanlık, Arapların ilkel komün sisteminden sınıflı bir topluma geçtikleri ve komünal ilişkilerin feodal ilişkilere dönüştüğü bir çağda ve bu toplumsal dönüşümün bir yansıması olarak ortaya çıkmıştır.
YENİDEN DOĞUŞ
Düşünce tarihini incelerken düşünce çağlarını birbirlerinin içine geçmiş biri daha erimeden ötekini başlamış olarak görürüz. Ortaçağ bitimiyle yeniçağ başlamıştır. Bu çağın ilk kıvılcımları çok daha geride bulunmaktadır. Akıl, artık inandan ayrılmaya başlamıştır.
Bu çağda İtalya’da başlayan Rönesans davranışı 1483 yılından başlayarak bütün batıyı etkiledi.
İnsan artık bilgilerini yenilemekte ve bütün dogmalardan kuşkulanmaktadır. Yeniden doğuş şüpheciliği metafizik temeli yıkarak bireyci temeli kurmaya başlamıştır.
Öte yandan Rönesans her bakımdan burjuvaziye uygun ve yararlı bir doğuştur. Doğa artık metafiziğin hiyerarşi durallığı içinde değil, mekaniğin yer değiştirme devimselliği içindedir. Derebeyinin hiyerarşi düzenindeki dokunulmaz üstün yeri değişecek ve bu yere burjuvazi oturabilecektir. Yeniden doğuş, bütün bu oluşumlar içindede bir yeniden biçimleniş (reform) gerektirmektedir.
Milyonlarca yıl önce dünyamız, güneşten kopan bir gaz bulutu idi. Güneşin ve kor halindeki bu kütledeki ısının etkisiyle hidrojen ve oksijen gazları bu kütleden fışkırarak etrafını bir gaz bulutuyla çevirdi. Bu gaz tabakası güneşin yakıcı ışınlarına engel olarak dünyanın soğuma sürecini başlattı. Bu kütledeki (dünya) ısı kaynama derecesine kadar soğuduğunda ise dünyayı saran buluttan su yağmaya başladı. Böylece okyanuslar oluştu ve zamanla karadaki tuzlar okyanuslara karıştı.
Artık canlılığın oluşması için gerekli ortam sağlanmıştı. Biyolojik anlamda yaşam protein denen maddenin varlık biçimidir. Doğada her nesne başka nesneleri yansıtır ve başka nesnelerde yansır. Uzun bir süreç sonrası protein maddesi de çevresindeki etkilere aktif olarak tepki göstermeye başlamıştır. Bu tepki sonrası kaybettiği enerjiyi de çevresinden almak zorunda kalmıştır. Bu madde alışverişi mayalanma özelliğini oluşturmuştur. Bu durum sonucu metabolizmayı (değiştirme ve dönüştürme) ortaya çıkmıştır ve milyonlarca yıl süren evrim sürecini başlatmıştır.
Charles Darwin bu süreci doğal seleksiyon (ayıklama) ve yaşama savaşı temellerinde açıklamaya çalışmıştır. Canlılardaki çeşitliliği de bu temellere dayandırmıştır. Buna göre her canlı yaşadığı ortamdaki şartlara göre evrim sürecindeki yerini almıştır.
Yaşam bilimsel evrimden insanlık tarihine geçiş ise emekle başlamıştır. İnsanın hayvandan farklılaşmasına neden olan faktör, bilinçli emektir. İnsanların diğer canlılardan farklı bir oluşum içerisine girmesinin nedeni ise; bazı canlılar bulundukları ortamda hayatta kalabilmek için evrimsel süreçte fiziksel değişimlere uğramışlardır. İnsanlığa geçiş aşamasında ise bulunan ortamda hayatta kalabilmek için beyin fonksiyonları gelişmeye başlamış ve kendisini dış dünyadan koruyabilecek imkanı sağlayan düşünme gücü ortaya çıkmaya başlamıştır.
İnsan türünü oluşturan hayvanın öteki hayvanlardan daha farklı özelliklere geçmesinin nedeni ise insanın atası olan hayvanın diğerlerine göre daha oyun sever olmasıdır. İnsan çocuğunun diğer hayvan çocuğundan daha oyun sever olduğu bilinmektedir.
İNSANDA BİR KORKU
İlk insan soğumuş lav kayaların üstüne çıkıp etrafına baktığında çevresini iki şekilde gördü. Kendisinden aşağıda olanlar ve yukarıda olanlar. Kendisinden aşağıda olanları önemsemedi ama yukarıda olanlar onu korkuttu.
İnsanlarda inanç sistemi şu şekilde gelişmiştir:
1- Fizik Güçlere Tapmak
2- Yıldızlara Tapmak
3- Putlara Tapmak
4- Karşıt İlkelere Tapmak (İyilik Tanrısı, Kötülük Tanrısı)
5- Mistiklik, Büyük Yargıca Tapmak
6- Evrene Tapmak
7- Evrenin Ruhuna Tapmak
8- Büyük İşçiye Tapmak
Sonlu varlık, kendisinden çıkmış olduğu sonsuz varlığa tapmış, ona sevgi göstermiştir. Sevgi, sonlu varlıklardan aşarak sonsuz varlığa yönelmiştir (mistisizm).
Din korunma iç güdüsünün (yok olma kaygısı), merakın ve sevginin zekayla ruhsallaşmasından ve toplumla sosyalleşmesinden ortaya çıkmıştır.
KAVRAMDA GİZ
İlk insanlar üstün güçlerle çevrili olduklarını düşünmüş ve bu güçlerin kötülüklerinden korunmak için çoğu zaman bir hayvan bir bitki, az rastlanmakla beraber deniz ve yılandan medet ummuşlardır. Bu koruyucunun adı totemdir. İnsanlığın ilk dini totem dinidir. Bir zaman sonra insanlar totemle yetinmez olmuşlar ve çevrelerinde gözle görülmeyen ruhlar olduğunu düşünmeye başlamışlardır. Zamanla ölülerinde yaşama devam ettiklerine inanmışlardır. Bu insanlığın ikinci dini olan animizm (canlılık) dinidir. Bütün güzel sanatların kökünde animizmin etkisi vardır.
EVREN TANRI
İlk din kitabı İ.Ö. 2000 yılında düzenlenmiştir. Hindular evreni kişileştirip tanrılaştırmışlardır. Tarihte bilinen ilk kutsal kitap ve dizm dininin kitabı olan Rig-veda’dır. Vedaların en büyük tanrısı İndradır ve doğa tanrısıdır. Hindistan’ın temel dini Brahmanizm’dir. Bu dinde sayısız tanrı vardır, yaratıcı nitelikteki tek tanrısı ise Brahma’dır.
AYDINLIK VE KARANLIK
Zerdüşt İ.Ö. yılında yaşadığı varsayılan bir İranlıdır. Kurduğu dine mazdeizm denilmiştir. Kutsal kitabı Zend Avesta’dır.
Bu dine göre iyilik tanrısı göklerde yaşamaktadır. İyilik tanrısı Hürmüz ve kötülük tanrısı Ehrimen’dir.
Zerdüşte göre gerçek dindarlık tapınmakla değil çok çalışıp üretmekle gerçekleşir. Bu düşünceyle Zerdüşt çalışkan ve üretken bir toplum yaratmayı amaçlamıştır.
İSLAM VE DÜŞÜNCESİ
Batı, ortaçağın karanlığında yaşarken İ.S. 7nci yüzyılın başlarında doğuda yeni bir düşünce sistemi kuruluyor. Muhammed yeni bir din getirmiştir. Bu dinin diğer büyük dinlerden farkı ise ne Musa’nın getirdiği gibi tek bir ulasa gelmiştir, nede İsa’nın getirdiği dindeki gibi Tanrıyı kişileştirmiştir. İnsanlar Tanrının çocukları değil onun kullarıdır. Muhammed ve Kur’an zamanla bozulduğu ileri sürülen tanrısal sistemin düzelticisi ve tamamlayıcısı olan son peygamber ve son kutsal kitap olma özelliğini taşır.
Müslümanlık, Arapların ilkel komün sisteminden sınıflı bir topluma geçtikleri ve komünal ilişkilerin feodal ilişkilere dönüştüğü bir çağda ve bu toplumsal dönüşümün bir yansıması olarak ortaya çıkmıştır.
YENİDEN DOĞUŞ
Düşünce tarihini incelerken düşünce çağlarını birbirlerinin içine geçmiş biri daha erimeden ötekini başlamış olarak görürüz. Ortaçağ bitimiyle yeniçağ başlamıştır. Bu çağın ilk kıvılcımları çok daha geride bulunmaktadır. Akıl, artık inandan ayrılmaya başlamıştır.
Bu çağda İtalya’da başlayan Rönesans davranışı 1483 yılından başlayarak bütün batıyı etkiledi.
İnsan artık bilgilerini yenilemekte ve bütün dogmalardan kuşkulanmaktadır. Yeniden doğuş şüpheciliği metafizik temeli yıkarak bireyci temeli kurmaya başlamıştır.
Öte yandan Rönesans her bakımdan burjuvaziye uygun ve yararlı bir doğuştur. Doğa artık metafiziğin hiyerarşi durallığı içinde değil, mekaniğin yer değiştirme devimselliği içindedir. Derebeyinin hiyerarşi düzenindeki dokunulmaz üstün yeri değişecek ve bu yere burjuvazi oturabilecektir. Yeniden doğuş, bütün bu oluşumlar içindede bir yeniden biçimleniş (reform) gerektirmektedir.